Makaleler

Medyayı doğru okumak...

Yasemin İnceoğlu
Medya okuryazarlığı, yazılı ve yazılı olmayan farklı formatlardaki (televizyon, video, sinema, reklamlar, internet vs.) iletilere erişim, onları çözümleme, değerlendirme ve iletme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. Center for Media Literacy'nin (Medya Okuryazarlığı Merkezi) kurucusu ve Başkanı Elizabeth Thoman; medya okuryazarlığının, öğrencilerin yalnızca gördükleri medya ürününü okumalarını değil, aynı zamanda onu yaratma sürecinde de etkin rol almalarını gerektiren bir hareket olduğunu vurgular.
Bu konudaki ilk sistematik tanımlamayı Finli araştırmacı Sirkka Minkkinen 1978'de yapmıştır. Minkkinen'e göre medya okuryazarlığı, bilişsel, etik, felsefi ve estetik konulardaki becerileri geliştirmeyi hedeflemektedir. Harold Lasswell'in 1948'de geliştirdiği iletişim formülünden (kimin-kime-neyi-hangi koşulla ve hangi etkiyle söylediği) esinlenen Minkkinen, kitle iletişim eğitimi içeriğini şu başlıklar altında toplamıştır:
1- İletişim Tarihi (İletişimin genel tarihi, ülkenin kitle iletişim tarihi ve iletişim politikasının geleceği)
2- İletişimin üretimi (Günümüz dünyasında iletişim, ülkedeki iletişim yapısı)
3- Ne sorusu: Kitle iletişiminin içeriği (kitle iletişimi ile nesnel gerçeklik ilişkisi)
4- Kime, hangi etki ile sorusu: (Kitle iletişiminin etkisi, kitle iletişiminin kullanımı)

Kuzey Amerika'da yer alan ilk kitle iletişim araştırmaları, kitle iletişim araçlarının etkileri üzerine yoğunlaşıyordu. 1930'lar ve 1940'ların başlarındaki bu çalışmalar Kanadalı araştırmacı Harold Lasswell'in ortaya attığı hipodermik iğne teorisinin egemenliği altında sürdürülüyordu. Bu teoriye göre insanlar, medyanın sürekli bir biçimde enjekte ettiği savunmasız bireyler olarak görülüyordu. Daha sonraları etki araştırmalarından farklı olarak ilgi, 'medya takipçileri' olarak nitelenen hedef kitle üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Kullanımlar ve doyumlar yaklaşımı bağlamında; 'kitle iletişim araçlarının insanlara ne yaptığı değil, bireylerin medyaya ne yaptığı, medyayı hangi amaçlar için kullandığı' araştırılmaya çalışıldı. Medya okuryazarlığı da bu yaklaşım ile aynı paralellikte bir ilişki içinde yer aldı. Madem ki medya çocuklar ve gençler için etkili ve kötü bir silah olarak kabul edilmekteydi, o zaman medya okuryazarlığı onları medyanın kötü etkilerinden korumalıydı.

Manipulasyona savaş
Medya eğitiminin İngiltere'deki babası olan Len Masterman'ın da büyük bir isabetle belirttiği gibi, 1930'larda medya okuryazarlığı, medyanın manipülatif doğasına karşı savaş verilen medya karşıtı bir eğitimdir. 1960'lı yıllara gelindiğinde genç kuşaklardan oluşan öğretmenlerin çoğu popüler kültür ile haşır neşirdiler; Bergman, Renoir, Bunuel, Fellini ve Fransız Yeni Dalga yönetmenlerinin filmlerinin üzerine tartışmalar yapıyorlardı. Amaçları, öğrencilerinin 'iyi' film ile 'kötü' film arasındaki farkı anlamalarıydı. Masterman, 1980'li yıllarda ise eğitimcilerin semiolojinin (göstergebilim) büyük oranda imgeyi kullanan yeni medya teknolojilerinin çalışma alanlarından birini oluşturduğu gerçeğini fark ettiklerini söyler. Gerçekten, günümüzde sit-com, soap-opera, bill-board vs.'leri imge bilimini bilmeden okuyabilmek mümkün değildir.

Temel ilkeler
İngiltere, Avustralya, Kanada ve ABD'de medya okuryazarlığı eğitimcileri birtakım ilkeler konusunda uzlaşmaya varmışlardır.
1- Medya mesajları itinayla seçilmiş, düzenlenmiş, gözden geçirilmiş ve kurgu-lanmış yapılardır. Her ne kadar gerçek gibi görünse de bize sergilediği dünya gerçek olan değil, gerçeğin medya tarafından temsil edilmiş biçimidir.
2- Medyanın bize dünyayı sunuş biçimiyle medya tüketicilerinin dünyayı algılayışı arasında sıkı bir ilişki vardır.
3- Medya iletileri bünyesinde değer ve ideolojileri barındırır.
4- Medya mesajları, ekonomik, sosyal, siyasal, tarihsel ve estetik bağlamlar içerisinde üretilir.
5- Medya iletileri, insanların sosyal gerçekliği kavramalarını sağlar.

Geleneksel kitle iletişimi araştırması ile pedagojik araştırma arasında yer alan medya okuryazarlığının anahtar kavramları arasında; iletişim ve medya (kültür, toplumsallaşma ve kitle iletişim araçları, iletişim kuramları), medya tarihi, izleyici-okuyucu-dinleyiciler, medya türleri, medya dili, medya estetiği yer almaktadır. Medya okuryazarlığının konu içerikleri arasında; Linguistik, Sosyal Bilimler, Aile Araştırmaları, Bilim ve Teknoloji Müzik ve Görsel Sanatlar vardır.

Medya okuryazarlığının hedefleri çok geniş yelpazeye yayılır;
1- Demokrasi, yurttaşlık bilinci ve siyasal katılımı teşvik etme,
2- Irk, sınıf ve toplumsal cinsiyet ayrımcılığını asgariye indirme,
3- Uyuşturucu kullanımı-şiddeti önleme,
4- Eğitim düzeyini iyileştirme vs. gibi

Medya okuryazarlığı, demokratik toplumlarda katılımın sağlanması açısından önemli olduğu kadar, sosyal adaletin ve eleştirel vatandaş olmanın gereklerinden birini de oluşturmaktadır. Bazı eleştirmenler "medya okuryazarlığını bir 'felsefe' 'sonsuz bir süreç' ve 'eleştirel bir düşünce biçimi' olarak algılamak gerektiğini düşünmektedirler. Bu düşünce biçimini şu maddelerle özetlemek mümkündür; fanteziyi gerçekten ayırma yeteneği, medya mesajlarının belirli sonları olan yapılar olduğunu anlamak, medyanın bölgesel/küresel topluluklardaki ekonomik, politik, sosyal ve kültürel rolünü anlamak, insanın kendisinin ve diğerlerinin demokratik haklarını anlaması, uzlaşma veya direniş, kültürel kimlik, vatandaşlık vs. gibi.

Dünyada her ne kadar uluslararası düzeyde bir medya okuryazarlığı hareketi varsa da farklı Avrupa ülkelerinde uygulanan medya okuryazarlığı genelde eğitsel sistemdeki geleneklere ve örneğin kilise ve okul arasındaki ilişkilere bağlıdır. İki tür yaklaşım vardır. Bunlardan; Aristokratik yaklaşıma göre; medya ve popüler kültüre karşı düşmanvari bir yaklaşım söz konusudur. Bu 'alt' kültüre karşı 'yüksek' kültürü savunduğu gibi, eğitsel sistemin kurallarına ve geleneksel değerlerine dayanır. Öbür yaklaşım olan demokratik yaklaşımda ise, çocukların kendi başlarına medyayı kullanımları, tercihleri ve bundan aldıkları zevk ön plandadır. Bu yaklaşım da popülist bir biçime dönüşme olasılığını artırma riski taşımaktadır.

İki farklı görüş
Batılı ve Batılı olmayan ülkelerin medya okuryazarlığı ile ilgili görüş ayrılıkları mevcut. Kanada, Avrupa ve Avustralyalı uzmanlar medya okuryazarlığının eleştirel, bağımsız bireyler yetiştireceği üzerinde dururlarken, Hindistan, Brezilya ve Güney Afrika'da yaşayan uzmanlar ise medya okuryazarlığının özgürleşme, toplumun gelişimi, toplumdaki marjinal gruplar için sosyal adaletin sağlanmasına yardımcı olduğuna vurgu yapıyorlar.

Yaratıcı ve eleştirel diyalog, toplumdaki bireylerin her biri kendilerini ifade edebilme özgürlüğü, gelişim ve özgürleşme, yaş, toplumsal cinsiyet, dil, kültür, din, sosyoekonomik durumları ne olursa olsun, insanların kendilerini özgürce ifade edebilmelerine olanak sağlayan medya okuryazarlığının ABD'deki öncüsü Ohio Üniversitesi'nden Edgar E. Dale, medyaya eleştirel ve analitik yaklaşımıyla dikkatleri 'gazete nasıl okunmalı?' sorusuna yöneltti. Ancak sinemanın tırmanışa geçmesiyle birlikte Payne Vakfı'nın çalışmaları sinemanın gençler, özellikle de genç suçlular üzerine etkileri üzerinde yoğunlaşıyordu. 1950 ve 1960'larda televizyonun popülerliğinin artışı ile birlikte, gerek öğretmenler gerekse de ebeveyn tüm dikkatlerini bu konuya verdi. UNESCO'nun öncülüğünde önceleri 'ekran eğitimi' adı altında, daha sonraları ise 'film çalışmaları', 'medya çalışmaları', 'medya iğitimi' 'educommunication/iletişim eğitimi' başlıkları altında konferanslar düzenlendi.

Büyük Britanya'da medya eğitiminin eğitim sistemine girmesi ve ulusal müfredatta yer almasında İngiliz Film Enstitüsü'nün büyük rolü vardır. Fransa'da Antoine Vallet'nin total dil (total language) projesi, Bordeaux'daki Centre Regional de Documentation (CRDPP) ile CLEMI (Centre de Liaison de l'Enseignement et des Moyens d'information) gibi kuruluşlar, konferanslar düzenleyerek, 9-18 yaş grubundaki çocuklar, gençler, ebeveyn, öğretmenler ve kütüphane görevlilerini hedef kitle alarak eğitim programlarını sürdürmekteler.

Kanada'da da 1960'larda medya okuryazarlığı hareketi 'ekran eğitimi' kapsamında başladı. 1969'da Toronto'daki York Üniversitesi'nde tüm ülkedeki medya eğiticilerini bir araya toplayan CASE'den (Canadian Association for Screen Education) sonra, 1970'lerde bir durgunluk yaşandı, ancak 1980 ve 1990'larda ilkokul ve ortaokullarda yeniden canlanmayı, 1999'da Kanada'da medya okur yazarlığı dersinin İngilizce Dil Sanatları müfredatına dahil edildiğini görüyoruz.

Yapılması gerekenler
İskandinav ülkelerine göz attığımızda ise Finlandiya, Norveç, Danimarka ve İsveç'te medya okuryazarlığı dersinin 1970'lerden itibaren okul müfredatına girdiğini görüyoruz. 1991'de Fransa'nın Toulouse kentinde yapılan uluslararası sempozyumda Afrika, Asya ve Güney Amerika'dan gelen katılımcıların önerdiği alternatif tanımlardan en çok kabul göreni şudur; "Medya okuryazarlığı, gerek iletişimin demokratikleşmesi, gerek toplumun ve teknolojik geleneksel medyanın gelişimi ve özgürlüğünün kullanımında topluluğun üyelerinin, yaratıcı ve eleştirel olarak katılımını (planlama, üretim ve sunum aşamalarında) sağlayan eğitsel bir süreçtir".

Sonuç olarak şu söylenebilir; Dünyada küreselleşme, deregülasyon ve medyanın özelleştirilmesi, yeni bir eğitim biçimi olan 'medya okuryazarlığı' gereksinimini beraberinde getirmiştir. En kısa zamanda disiplinler arası bir yaklaşım haline gelmesi gereken 'medya okuryazarlığı' için aşağıdakiler önerilebilir:
1- Öğretmenler, tüm eğiticiler medya okuryazarlığı için lobi çalışmalarını başlatmalılar.
2- Her ülke medya okuryazarlığını okul müfredatına sokmalı, Bu da ülkenin eğitim ve kültürüne uygun ders kitapları ve görsel-işitsel malzemesi kullanılarak yapılmalı.
3- Eğitim fakülteleri bu konudaki uzman öğretmenleri eğitmek için kadroları oluşturmalılar.
4- Öğretmenler, ebeveyn, araştırmacılar, medya profesyonelleri ve eğitim bakanlığı dayanışma içinde çalışmalılar.
5- Bu konuda konferans, work shop, panellerin düzenlenmesi ve bunun büyük kuruluşlarca desteklenmesi gerekmektedir.

• Bu makale, 23-25 Mayıs'ta Marmara Üniversitesi'nde düzenlenen Medya Okuryazarlığı Konferansı'nda sunulmuştur.

Radikal Gazetesi

01.06.2005