Yasemin İNCEOĞLU* Nurdan AKINER** Bu makale, Y.İnceoğlu ve N.Akıner’in ortaklaşa hazırladıkları Medya ve Çocuk Rehberi kitabında yayımlanmıştır(Eğitim Kitabevi,2008). Günümüzde, “şirketleşmiş medya”nın sunduğu dünya fotoğrafı, genelde dar fikirli ve önyargılı çıkarları ile satıcıların, alıcıların ve ürünün değerlerini yansıtır (Chomsky, 1996, s.133). Bilgiyi halktan mümkün mertebe uzak tutmak şirketleşmiş medyanın başlıca işlevlerinden biridir. ABD’de demokratlar ile liberallerin önemli sayılabilecek ortak bir noktaları da, şirketleşmiş medyanın iletişim devleri tarafından destekleniyor olmalarıdır. Emperyalist savaşlar için gerekçelendirme ABD tarafından sıklıkla dezenformasyonla desteklenmektedir. “1898’de, Amerikan Zırlısı Maine’in havaya uçması İspanya ile gerçekleşen savaşa bir bahane olarak kullanılmıştır” şeklindeki tartışma hala sürmektedir. Özellikle William Randolph Hearst’ün sahibi olduğu gazeteler, o dönemde İspanya’ya karşı kanıt olmadan savaş davulları çalmakla suçlanmıştır (Roy, 2003). 1964 yılında patlayan “Tonkin Körfezi” olayı, Amerikan destroyeri Maddox’a uluslararası sulardaki rutin rotası sırasında Kuzey Vietnamlılar tarafından ateş açılmasıyla kendiliğinden gelişmiş, fakat ustaca bir yalana dönüştürülerek, Başkan Johnson’a kongre kararları sürecinde Vietnam Savaşı’nın gerekliliğini savunması konusunda yardımcı olmuştur. 1991 yılındaki Körfez Savaşı öncesinde Bush Yönetimi, Hill and Knowlton adlı Halkla İlişkiler Şirketi tarafından üretilen uydurma haberi kullanmıştı. Söz konusu dezenformasyona göre, Iraklı askerler Kuveyt hastanelerinde kuvözlerdeki bebekleri çıkararak yere fırlatmışlardı. Amerikan yönetimi 2001 yılında gerçekleşen 11 Eylül Saldırıları ardından da “teröre karşı savaş” söylemi adı altında, Afganistan ve Irak’ın işgalini halkın gözünde haklı çıkarmaya çalıştı. Bu makale, 1991 Körfez Savaşı’nın ardından yaptırımlarla zor duruma düşen Irak halkının, günümüze dek uzanan süreçte savaşa verdiği en büyük kurban olan“ çocuklar”ı ele almaktadır. Kamuoyunu, Irak’ın işgaliyle ilgili olarak ancak istediği ölçüde bilgilendiren, dezenformasyona başvuran veya bilgiyi tamamen saklayan şirketleşmiş medyanın görmezden geldiklerine ışık tutulmaya çalışıldı. Altyapısı harap edilen, işgal sırasında verilen kayıpların sayısına bile sağlıklı bir şekilde ulaşılamayan Irak’la ilgili derlediğimiz bilgiler bilim adamlarının, sivil toplum örgütlerinin ve uluslararası insani yardım kuruluşlarının bölgede yaptıkları araştırmaların sonuçlarına dayanmaktadır. Ulaşılan sonuçlar; her hafta bir kız, her iki haftada bir de bir erkek çocuğun Irak’ta tecavüze uğradığını, Irak genelindeki kimsesiz çocuk sayısının 1.5 milyon ile 5 milyon arasında olduğunu ve işgalin başladığı günden bu yana yaklaşık 655 bin sivilin yaşamını yitirdiğini ortaya koyuyor. GİRİŞ 1970’lerin sonunda, Irak dünyanın ikinci en büyük petrol rezervlerinin bulunduğu ve insani altyapısıyla birlikte, Ortadoğu’nun en gelişmiş ülkelerinden biri konumundaydı. Buna rağmen 1980’den 1988’e kadar süren Irak-İran Savaşı ve bunu takip eden süreçte gelişen ve Irak güçlerini Kuveyt’ten çıkarmak üzere gerçekleştirilen harekat, Irak’ı sanayi öncesi dönemeGeri götürdü. Birleşmiş Milletler’in ülke üzerindeki yaptırımları da ülkenin sosyo-ekonomik altyapısını 12 yıl boyunca harap etti. Son olarak 2003’te gerçekleşen işgal beraberinde kanunsuzluğu, güvensizliği ve yolsuzluğu getirdi. Diğer çatışmalarda olduğu gibi, Irak’ın işgalinde en büyük zararı siviller gördü. Vietnam Savaşı’nda üç milyon sivil öldü. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki çatışmalarda üç ile sekiz milyon arasındaki sivil yaşamını kaybetti. Bunun yanında Doğu Timor’daki çatışmalarda da 800 binlik nüfusun dörtte birinin, yani 200 bin kişinin öldüğü, Darfur’da ise 2006 Ekim’inde ölü sayısının 200 bini geçtiği tahmin edilmekteydi. Gilbert Burnham, Riyadh Lafta, Shannon Doocy ve Les Roberts tarafından Irak’ta sürdürülen araştırmaya göre ise, araştırmanın kapsadığı alanlardaki nüfusun %2-5’i, yani yaklaşık 655 bin sivil 2003 yılında başlayan işgalden bu yana yaşamını yitirdi. Bu da 21. yüzyıldaki savaşların 10 milyon insanın hayatına mal olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır . Söz konusu araştırmanın ilkini 2004 yılında yapan ekip, işgalin başladığı gün 20 Mart 2003’ten Eylül 2004’e kadar 100 bin sivilin yaşamını kaybettiğini ortaya çıkarmıştı. Aynı araştırmayı 2006 yılında 20 Mayıs ve 10 Temmuz tarihleri arasında tekrar gerçekleştiren ekip, yaklaşık 655 bin sivilin öldüğünü belirledi. İşgalden önce ölüm oranı yılda her 1000 kişiden 5.5’i biçimindeydi. İşgalden 40 ay sonra bu oran her 1000 kişiden 13.3’ü buldu (Burnham, Lafta, Doocy ve Les Roberts, 2006, ss. 1427-28). Bunun yanında Irak’ta halk sağlığı adına hiçbir şey kalmadı. Kanalizasyon sistemi başta olmak üzere yaşam için gerekli altyapının tahrip edilmesi de ölüm oranlarını arttırdı. Elektrik hizmetlerinden faydalanılamaması da hastaneleri işlevsiz kıldı. Bir başka deyişle işgal hem sağlık, hem de insani yaşam koşullarını yerle bir etti. ABD’nin sponsorluğunda Irak hükümeti tarafından 2004 yılında gerçekleştirilen araştırma, ülke nüfusunun sadece %15’inin günde 12 saat elektrik alabildiğini ortaya çıkardı. Bağdat’ta ise bu oran %4’tü. Kentsel alanlarda nüfusun %66’sı, kırsal alanlarda ise %43’ü temiz içme suyuna ulaşabiliyordu. Ülke nüfusunun %63’ü ise kanalizasyon sistemine bağlanamıyordu (Burnham, Lafta, Doocy ve Les Roberts, 2006, s. 1421). İŞGAL ALTINDAKİ IRAK: BAAS DİKTATÖRLÜĞÜNDEN AMERİKAN İŞGALİNE İngiliz mandasının 25 Nisan 1920’de resmen yürürlüğe girmesinden 12 yıl sonra Irak, 3 Ekim 1932’de bağımsızlığına kavuştu. Geri dönüşü imkansız olan bir yıkıma sürükleyen sürecin başlamasına neden olan Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, 16 Temmuz 1979’da Devrim Komuta Konseyi’nin başına geçti. Başa geçer geçmez de Baas Partisi’nin pek çok üyesini idam ettirdi. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin, ortak petrol yataklarından fazla petrol çıkardığı ve aşırı üretim yaptığı için petrol fiyatlarını düşürdüğü gerekçesiyle, 2 Ağustos 1990’da Kuveyt’e saldırdı. Kuveyt’e saldırı da Irak’ı felakete sürükleyen süreci başlatmış oldu. Birleşmiş Milletler, 6 Ağustos 1990’da 661 sayılı kararıyla Irak’a ambargo uygulamaya başladı. Bu kararla birlikte Irak’ın ithalat ve ihracat yapması yasaklandı; yabancı yatırımlar durduruldu ve Irak’ın dış yatırımları büyük ölçüde donduruldu. Irak yönetimi 8 Ağustos 1990’da Irak ile Kuveyt’in birleştirildiğini açıkladı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 29 Kasım 1990’da, Irak’a karşı kuvvet kullanımını düzenleyen 678 nolu kararı aldı. Bu karara göre; “BM’nin tüm çabalarına rağmen üzerine düşeni yerine getirmeyen Irak’ın eylemlerine karşı barış ve güvenliğin yeniden sağlanması için BM gerekeni yapacaktır”. Uluslararası gücün Saddam Hüseyin`i ve kuvvetlerini Kuveyt`ten çıkarmak için güç kullanacaklarının kesinleşmesinin ardından, 12 Ocak’ta Washington’da ABD Senatosu savaş kararını onayladı ve 16 Ocak 1991’de savaş başladı; 27 Şubat 1991’de ise Kuveyt işgalden kurtuldu ve 28 Şubat’ta ise Irak ateşkesi kabul etti (Hiro, 1996, ss. 325-35). Birleşmiş Milletler silah denetçilerinin 18 Kasım 2002’den 8 Aralık 2002’ye kadar Irak’ta sürdürdükleri araştırmaların sonucunda, ülkenin silahlanma durumunu açıklayan 12 bin sayfalık bir rapor hazırlandı. Birleşmiş Milletler’e sunulan ve özetle Irak’ta kitle imha silahlarının bulunmadığını vurgulayan bu rapora rağmen, 17 Mart 2003’te ABD Başkanı George W. Bush diplomatik sürenin dolduğunu söyleyerek, Saddam Hüseyin ve oğullarına Irak’ı terk etmesi için 48 saatlik süre tanıdı, aksi halde savaşın başlayacağını bildirdi. Bağdat ultimatomu ertesi gün reddetti. Böylece ne kadar süreceği kestirilemeyen işgal süreci, 20 Mart 2003’te ABD öncülüğünde Irak’a düzenlenen hava harekatı ile başladı; 21 Mart 2003’te ise Amerikan ve İngiliz kuvvetleri Kuveyt’ten Irak’a girdi (Doğan, 2003, ss. 25-37). Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 22 Mayıs 2003 tarihli ve 1483 sayılı kararla 1990’dan bu yana uygulanmakta olan uluslararası yaptırımları kaldırdı ve BM’nin Irak’taki faaliyetlerine devam etmesi için kanuni dayanak oluşturdu. Konsey, BM’nin insani yardım, Irak’ın yeniden inşası, temsili hükümet kurumlarının restorasyonu ve kurulmasında önemli rol oynaması gerektiğine karar verdi. Irak’ta BM’nin gözetimi altında ve ABD öncülüğünde yeni bir yönetim kuruldu. Baas Partisi ve önceki yönetime ait tüm kurumlar feshedildi (CNN, 2003). . İşgalin ağır koşulları, Irak halkını bir kez daha savaşın ağır faturasını ödemeye mahkum etti. Irak’a demokrasi götürme ya da Irak halkını zulümden kurtarma tezleri, işgali dünya kamuoyunda aklamaya çalışsa da, ABD’nin savaş sırasında sivillerin korunmasına yönelik hiçbir tedbir almadığı, hatta bazen sivilleri hedef aldığı, savaş sonrasında ise önceliği işgal ettiği toprakların halkının güvenliğinin sağlanmasına değil, ekonomik kaynaklarının denetimine verdiği gözlemlendi. Ancak tüm bu yaşananların öncesinde Baas diktatörlüğü sırasında da Irak halkının hiç de iç açıcı koşullarda yaşamadığı anlaşıldı. Keyfi tutuklamalar, işkenceler ve yargısız infazlar Saddam Hüseyin yönetiminin, insan hakları örgütlerinin çabalarına rağmen en acımasız bir şekilde “rejime muhalif” olarak nitelendirilen gruplara mensup kişilere uyguladığı kanıksanmış eylem biçimleriydi. Baas işkenceleri Öyle ki, söz konusu durum 21 Aralık 1992’de çıkarılan bir yasa ile resmileştirilip, Irak kanunlarında yasaklanmış işkenceye iktidar eliyle onay verildi. Bu yasa Baas Partisi üyelerine rejim düşmanlarının mülklerine, bedenlerine zarar verme hatta ölümlerine yol açma gibi uygulamaları konusunda dokunulmazlık sağladı. Devrim Komuta Konseyi 2000 yılında devlet başkanı ve ailesine iftira atan ya da olumsuz eleştirilerde bulunanların dillerinin kesilmesine onay veren ve çeşitli suçlar için uzuvların kesilip dağlanması gibi cezaları içeren bir dizi kararname çıkardı. Sonuç korkunçtu: caydırıcı olması için rejim muhaliflerinin dilleri ya da kulakları kesilip Irak televizyonunda yayınlanıyordu. Baas rejiminin, iktidarının başlangıcından beri var olan işkence uygulamaları, rejimin devrilmesine kadar devam etmiştir. 1970’lerden beri rejimin muhalif gördüğü siyasi suçlulara sistematik işkence uyguladığı ve suçluların yargılanmadan idam edildiği bilinmektedir. Saddam’ın oğlu Kusay Hüseyin de rejimin devamını sağlamak için yapılan zulümlerde büyük pay sahibidir. Birçok tutuklama, hapsetme, siyasi suçluların ve ailelerinin infazı ile ilgili kararı o vermiştir. 1988-89 yıllarında binlerce kişinin idam edildiği “hapishane temizliği” için emir vermiştir. Saddam’ın büyük oğlu Uday Hüseyin’in ise cinayet, işkence, tecavüz gibi hak ihlallerini gerçekleştirdiği bilinmektedir. Ayrıca Uday, Irak Milli Futbol Takımı maç kaybettiğinde oyunculara işkence yapmış ve oyuncuları hapsetmiştir (Burns, 2003). Irak’ta en ağır işkencelere uğrayanlar siyasi suçlulardır. İşkence yöntemleri ise insanlık dışıdır. Uluslararası Af Örgütü’nün 2001 yılında yayımlanan raporuna göre siyasi suçlulara sistematik olarak işkence uygulanmış ve Irak hukukunda işkencenin yasaklanmasına rağmen işkence yaptığı için kimse yargı önüne çıkarılmamıştır. İdam edilen pek çok kişinin cesedi ailelerine teslim edildiğinde, gözlerinin oyulduğu fark edilmiş, tırnakların çekilmesi, ayaklardan uzun süre asılı bırakma, falaka, vücudun çeşitli bölgelerine elektrik şoku verilmesi, kabloyla dayak, vücutta sigara söndürme, ellerin matkapla delinmesi ve tüm bunların yanında işkence yapılan kişiyi psikolojik açıdan yıpratmak için annesine, eşine ya da kızına gözünün önünde tecavüzle tehdit etme gibi farklı işkence biçimleri de uygulanmıştır. Saddam’ın işkencelerinden kadınlar ve çocuklar da kaçamamıştır. Saddam’ın oğlu Uday için çalışan Ali adında Kuzey Iraklı bir Kürt, Uday’a yapılan başarısız bir suikastten dolayı şüpheli duruma düşmüş ve karısı ile iki yaşındaki kızını arkasında bırakarak kuzeye kaçmıştır. Bunun üzerine sorguya çekmek için gelen gizli polis, Ali’nin nerede olduğunu öğrenmek için karısına ve kızına işkence yapmış, çocuğun bacağını ezmiş, iki yıl sonra AliGeri döndüğünde kızının hala topalladığını görmüştür. Bölgede inceleme yapan bir BBC çalışanı, aynı zamanda doğrudan işkenceye maruz kalan altı çocuk tespit etmiştir. Human Rights Alliance adlı başka bir insan hakları örgütünün 2002 yılı raporuna göre, kocası İran-Irak Savaşı’na katılmayı reddeden bir kadın bundan dolayı tutuklanmış, hapishanede yaptığı doğumdan sonra 17 günlük çocuğu elinden alınmıştır. Hapishanede defalarca işkence gören kadın, hala akıbetinden habersiz olduğu çocuğunu aramaktadır (Lasky, 2006, ss.1-20) . Görüldüğü gibi Baas yönetimi, rejim muhaliflerine erkek, kadın, çocuk ayırt etmeden sistematik bir şekilde zulmetmiştir. Büyük çaplı idamlar, 1997 Kasım’ında gerçekleşmiştir. Yetkililer, çoğu muhalif gruplara üye ve olağanüstü mahkemelerde adil olmayan şekillerde yargılanarak ölüme veya ömür boyu hapis cezasına çarptırılan yüzlerce kişinin idamını onaylamıştır. 1998’de de Ebu Garib Hapishanesi’nde kitle halinde idamlar gerçekleştirilmiştir. Çoğunluğunu 1991’deki ayaklanmada tutuklananların oluşturduğu yaklaşık 93 kişi, Kasım 1998’de Rıdvaniye Tutuk Evi’nde idam edilmiş ve Bağdat’taki El-Maştal bölgesinde toplu halde gömülmüşlerdir. Bu toplu infazlar, “hapishane temizliği operasyonu” çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Bu hapishane temizlikleri 1999’da Ebu Garib Hapishanesi’nde de devam etmiştir. Nisan 1999’da, çoğu Necef ve Kerbela gibi güney şehirlerinde yaşayan 58 kişi idam edilmiştir. Ağustos ayında, “terörist eylemler gerçekleştirdikleri” ve “güvenlik güçleri ve polisleri öldürdükleri” gerekçesiyle birçok kişi daha idam edilmiştir. Ölüm cezaları ise olağanüstü mahkemelerce kararlaştırılmıştır. Ülkenin en büyük hapishanesi olan Ebu Garib Hapishanesi’nde, 2002 yılında Saddam’ın çıkardığı affa kadar yaklaşık 50,000 mahkum bulunmaktaydı ve mahkumların çok azı siyasi tutukluydu, çünkü toplu idamlar bu mahkumların sayısını azaltmıştı. Bir gazetecinin bir Iraklı ile yaptığı görüşmeden öğrendiği kadarıyla hapishanede her çarşamba idam günüdür. Önce eski moda Hint işi darağacı kullanılmış, fakat her idamda makinenin çıkardığı korkunç sesten dolayı hapishane yakınında yaşayanlar bu sesleri sayarak idam sayısını anlamaya başlayınca eski darağacı sessiz, modern bir aletle değiştirilmiştir. Ancak ölüme gidenlerin feryatlarından, yakınlarda oturanlar idamların izini sürmeye devam etmişlerdir (Doğan, 2003, ss. 55-67). 1991’DEKİ KÖRFEZ SAVAŞI VE YAPTIRIMLAR SÜRECİ DIA (Defense Intelligence Agency) 1991’de yazdığı raporunda Irak’ın temiz içme suyunun gittikçe azalacağını, çünkü yaptırımların etkisiyle suyu arındırmak için gerekli olan kimyasalların ülkeye alınmadığını bildirmişti (Nagy, 2001, 22-25). Tahmin edildiği gibi, Amerika’nın hedeflerinden en savunmasızı Irak’ın temel altyapısı çocuklardı. Savaş başladıktan birkaç ay sonra, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri elçisi ağır yaşam koşullarının gerekliliklerinin karşılanmaması durumunda, yakında salgın hastalık ve kıtlığın kaçınılmaz felaketler olacağı tahmininde bulunarak, Irak’ın su ve sağlık koşulları açısından bir krizle karşı karşıya olduğunu rapor etmişti. Ekim 1991’de Uluslararası Çalışma Takımı tıp, sağlık hizmetleri, çocuk psikolojisi gibi pek çok farklı disiplinde uzmanlardan oluşan 87 kişiden oluşan özel bir grubu, 1991’deki Körfez Savaşı’nın siviller özellikle de çocuklar üzerine etkilerini araştırmak üzere derinlemesine karşılaştırmalı bir çalışma sürdürmek için Irak’a gönderdi. Irak yönetiminin herhangi bir müdahalesi olmadan gerçekleştirilen çalışmada, Irak’ın 300’den fazla bölgesinde, 9000 aile ile yüz yüze mülakatlar yapıldı (The International Study Team, 1991). Yapılan çalışma Irak ile ilgili pek çok gerçeği gözler önüne serdi. Kirlenmiş su kaynakları ile bağlantılı olarak enfeksiyon hastalıklarında artış vardı. Mahsul üretimindeki ve en temel besin maddelerinin ithalatındaki yıkım, kötü beslenmeye neden olmaktaydı. Bebek ve çocuk ölümlerinde, savaşı izleyen süreçte ani yükselişler meydana gelmişti. Yaptırımların da etkisiyle birlikte, savaşın sağlık hizmetlerinde yarattığı kriz, durumun daha da kötüleşmesine neden olmuştu. Söz konusu çalışma, beş yaş altındaki çocukların ölüm oranının savaşın ardından %380, bir yaş ya da daha altındaki bebeklerin ölüm oranının ise %350 arttığını ortaya koyarken,1991’in ilk sekiz ayında gerçekleşen ortalama 46,900 ölüm vakası normalin çok üzerinde bir rakamı oluşturuyordu. Uluslararası Çalışma Takımı, bu araştırma boyunca U.S. National Center for Health Statistics’in geliştirdiği ölçme yöntemlerini kullandı. İlkokul öğrencileri ile gerçekleştirilen mülakatlara göre her üç çocuktan ikisinin, yetişkin bir birey olamadan öleceğine inandığı görüldü. Çocukların %80 ise her gün, ölüm ya da ayrılık sebebiyle ailelerini kaybetme korkusu taşıyordu. Çalışmanın sonuçlarına göre, ansızın patlayan savaş çocuklara duygusal açıdan zarar vermişti. Tüm çabalarına rağmen savaşla ilgili düşüncelerini kafalarından atmaları imkansız olan çocuklardan bir tanesi şöyle açıklıyordu: “Her gün deniyorum, ama savaş düşüncesini kafamdan atmak imkansız”. Çocukların % 50’sinin her gün rüyasında savaşı gördüğü, %66’sının savaş nedeniyle uyumakta zorluk çektiği, %63’ünün konsantrasyon bozukluğu yaşadığı, %75’inin ise kendisini üzgün, suçluluk duygusu içinde hissettiğini ve kendilerinden yaşça büyük insanların refakatine ihtiyaç duyduğu araştırmanın işaret ettiği noktalardan bazılarıydı. Çalışma aynı zamanda, savaş tahribatının çocukların kafalarına yerleştiğini, bu nedenle, geleceği göremediklerini, geleceğe dair umutlarını kaybettiklerini ortaya koyuyordu. Görüşülen çocuklardan %62’si çocukların ailelerini kaybedeceklerine, %78’i ise yetişkinliklerini göremeyeceklerine inandıklarını dile getiriyordu. Psikologlar savaşın arkasındaki nedenleri söylemeleri yönünde ısrarcı davrandıklarında ise soruya cevap veren çocukların büyük çoğunluğunun yanıtı “Bu ABD’nin bir saldırısı” olmuş, konuşulan çocuklardan 6-7 yaşındakiler ise savaşın nedenini “Bush” adıyla kişiselleştirmişti. 1991 yılında gerçekleştirilen Körfez Savaşı’ndan bu yana bölgede pek çok farklı kuruluş tarafından sürdürülen araştırmalar şu sonuçları ortaya koydu: Irak’taki çocukların %3-%13’ü ciddi bir biçimde kötü beslenirken, % 14-%30’u en temel gıda maddelerine bile ulaşamıyor ve %12-%32’si ise kötü ve yetersiz beslenmeden dolayı gelişim bozukluğu çekiyor. Kerbala’da Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu’nun gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre, bu bölgedeki çocukların durumu başkent Bağdat’taki çocukların durumundan daha da kötüydü. Yaptırımların sonucunda, Irak ekonomisi çöktü, işsizlik oranı ve enflasyon yükseldi, fiyatlar arttı. Hayatta kalabilmek için Iraklı aileler çocuklarını okuldan alıp işe yerleştirmek gibi zorunlu önlemler aldılar. Yaptırımlardan dokuz yıl sonra, The American Friends Service Committee (AFSC) Iraklı öğretmenlerin maaşlarının aylık 450 dolardan üç dolara düştüğünü bildirmiş, aynı komite Nasiriyah’taki Al Bakr Okulu’nu ziyaret ettiğinde, sınıflarda sıra ve sandalye olmadığını, pencerelerin kırıldığını, eğitim adına hiçbir donanımın bulunmadığını görmüş, bir başka okulun yöneticisi ise her gün açlıktan 7-8 öğrencinin bayıldığını dile getirmişti (Hijab, 2000). Petrol Karşılığı Gıda Programı Her ne kadar Amerikan yönetimi resmi açıklamalarında Birleşmiş Milletlerin, Irak’ta uyguladığı “Oil for Food Program-Petrol Karşılığı Gıda Programı” sayesinde, ülkede kişi başına düşen günlük kalori miktarının 1996 ile 2002 yılları arasında 1200’den 2200’e çıktığını dile getirse de, basın toplantıları ve raporlar aracılığıyla uluslararası medya söylemine katılan bu ifadeler dezenformasyondan öte bir şey değildi (The White House Report, 2003, ss. 14-17). Irak’ta Gıda Programı Direktörlüğü yapmış Dennis Halliday, Petrol Karşılığı Gıda Programı’nın durumunu şu sözlerle dile getirmiştir (Pilger, 2003, ss.73-74): “Bir sabah ofisimin girişindeki camlı dolaba gözüm ilişti. İçerisinde bir torba buğday, bir miktar dondurulmuş yemeklik yağ, birkaç parça sabun ve küçük ihtiyaçları gidermeye yönelik birkaç ufak tefek malzeme vardı. Gerçekten çok kötü bir manzaraydı. Buradaki aylık istihkakımızı yansıtması açısından dramatikti. Protein miktarını artırmak için biraz peynir ekledim ama ne yazık ki, Irak’ın yiyecek karşılığı yaptığı petrol satışından payımıza fazla bir şey düşmüyordu. Üstelik pek çok Iraklı için tek geçim kaynağı yiyecek. Diğer ihtiyaçlarını gidermek için paylarına düşen yiyeceklerini satıyorlar. Bu da almaları gereken kalori miktarını düşürüyor. Okula giden çocuklar için de ayakkabı ve elbise alınmalı. Aynı zaman da pek çok anne bebeklerini emziremiyor ve kirli su tüketmek zorunda kalıyor. Su arıtımı ve dağıtımı, tarım, eğitim, gıda ve elektrik üretimi, depolama, soğutma gibi alanlara acilen yardım yapılmalı.” BM’nin verilerine göre; Irak’ta Petrol Karşılığı Gıda Programı’nın sonucu olarak hastalıkların teşhis ve tedavisinin finansmanında önemli bir gelişme yaşanmıştır. Beş yaş altındaki 3,600,000 hedef çocuğun % 95’ine ulaşılmış, ulusal aşı günleri çerçevesinde son 32 aydır Irak çocuk felcinin görülmediği bir ülke haline gelmiştir. 1997’den beri merkez ve güney vilayetlerinde ana tıbbi cerrahi %40 ve laboratuar araştırmaları %25 artmıştır. Kolera, ishal, menenjit, verem ve sıtma gibi bulaşıcı hastalıkların yayılışında da bir azalma sağlanmıştır. Kuzey bölgesinde kolera yok edilmiş, sıtma vakaları 1991 seviyesine düşmüştür. İshal vakaları, ülkeninGeri kalanı gibi %4-8 civarındadır. Kuzeyde üç yıldır çocuk felci görülmemektedir. 2001-2002’de kuzeyde ilaç ve tıbbi malzeme ulaşımı iki katına çıkmıştır ( Von Sponeck, 2005, s. 42). Yukarıdaki verilerin de özetlediği gibi, kuzey bölgesinde birtakım ilerlemeler kaydedilse bile, orta-güney Irak ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Kuzeydeki göreli olumlu ve esnek havayı, bu kasıtlı ve bilinçli soykırıma daha fazla dayanamayarak, Irak Gıda Programı Direktörlüğü’nden 1999 yılında istifa eden Dennis Halliday şöyle özetlemiştir: “Kuzeyde Irak’ınGeri kalanında olmayan bir esnekliğe sahip biçimde BM olarak programı biz yürütüyorduk. Okul, köy ve yol yapımını Iraklı Kürt müteahhitlere vermemize olanak tanıyan bir nakit programını yürütebiliyorduk (Halliday, 1999, s. 65).” Dennis Halliday’in selefi olan ve göreve gelmesinin ardından bir yıl sonra istifa eden Hans Sponeck ise programla ilgili genel değerlendirmelerini şöyle dile getirmektedir: “Programın başladığı 1996’dan beri tüm gözlemler programın önemli, fakat yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. En iyimser bakışla, sosyal Gerilemeyi yavaşlattığı söylenebilir. Örneğin bu program, orta ve güney Irak’ta kötü beslenme oranlarını beş yaş altındaki çocuklarda %14.6’da sabitlemişse de, gençlerdeki ruhsal rahatsızlıklar veya eğitimsizlik gibi sorunlara çare bulamamıştır. (Von Sponeck, 2005, s. 42)”. 1998 yılında UNSCOM (Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu) bir rapor yayımlayarak bir takım sorunlara karşın, Irak’ın Güvenlik Konseyi’nin “Ülkenin Silahtan Arındırılması”na yönelik isteğinin kimyasal silahlar ve füzeler konusunda tamamen yerine getirildiği bilgisini verdi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ise 15 Aralık 1998’de, Irak’ın nükleer silah programının “etkin ve daimi” bir şekilde ortadan kaldırıldığını bildirdi. Ancak tüm bu resmi raporlara rağmen Irak üzerindeki ambargolar tamamen kaldırılmadı. Teknik olarak ilaç ve yiyecek ambargo kapsamı dışında bırakılsa da, Irak Yaptırımlar Komitesi bebek maması, tarım ekipmanı, kalp ve kanser ilaçları, oksijen çadırları ve röntgen cihazlarının ülkeye alınmasını veto etmekteydi. On altı civarında kalp ve akciğer makinesi, içerisinde bilgisayar çipleri barındırdıkları gerekçesiyle Irak’a alınmadı. Yine içlerindeki vakum balonları nedeniyle bir ambulans filosunun Irak’a giriş yapmasına izin verilmedi. Tıbbi malzemelerin soğutulmasına yarayan vakum balonları, Irak Yaptırımlar Komitesi’ne göre silah yapımında kullanılabilirdi. Yine klorin gibi temizlik malzemeleri, kurşun kalemlerde kullanılan grafit ve el arabaları gibi teknik ekipman ve maddeler, yine silah yapımında kullanılabileceği iddiasıyla “girişi sakıncalı” listesine alındı. Irak’ta 2001 yılının Ocak ayında manzara şöyleydi: Toplam değeri 3 milyar 85 milyon dolar olan temel tüketim maddesi içeren 1010 kontratlı malzemenin ülkeye girişi yasaklanmıştı. Bekletilen bu malzemeler arasında temizlik, eğitim, tarım, yiyecek ve su ile ilgili madde ve ekipman bulunuyordu (Pilger, 2003, ss. 72-75). Yaptırımların faturasını çocuklar ödedi. 1991 ile 1998 yılları arasında beş yaş altında beş yüz bin çocuk öldü. Bu rakam ayda yaklaşık kurtarılabilecek durumdaki 5200 çocuğun hayatını kaybettiğini göstermekteydi. Irak’ın işgalinden hemen sonra ABD konuyu BM Genel Kurul toplantısına taşıyarak yaptırımların kaldırılmasını önerdi ve nihai karar 22 Mayıs 2003’deki oturumda alınarak, on üç yıl boyunca uygulanan yaptırımlara son verildi. Yaptırımlarla Hızlanan Çocuk Ölümlerinde Seyreltilmiş Uranyumun Rolü Çocuk sağlığı uzmanları Irak’taki 5 yaş altındaki çocuk ölümlerinin yaptırımlar nedeniyle ikiye katlandığını dile getirip, Birleşmiş Milletleri gerekli önlemlerin alınması için göreve çağırmıştı. Irak’taki çocuk ölümleri 2000 yılında İngiltere’deki ve dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Haiti’deki çocuk ölümlerinin tam 20 katıydı. İngiliz bir grup bilim adamının bölgede yaptığı araştırmaya göre yaptırımlar öncesinde 5 yaş altındaki çocuk ölümleri 1000’de 56 iken, yaptırımlar sonrasında bu rakam 1000’de 131’e yükseldi (Dobson, 2000, s.1490). Bölgede araştırma yapan bilim adamlarına göre Irak’a uygulanan yaptırımların ardından hızlanan çocuk ölümlerinde, askeri mühimmatlarda yüksek oranda bulunan seyreltilmiş uranyumun etkisi büyük. Çocuklar yetişkinlere oranla daha fazla seyreltilmiş uranyum emilimine uğradıklarından, kemik kanseri ve lösemi çocuklarda seyreltilmiş uranyum nedeniyle görülen kanser türlerinin başında geliyor. Seyreltilmiş uranyum, DNA’ya tutunduğu ve onu mutasyona uğrattığı için, her çeşit kanser türünün ortaya çıkmasını da hızlandırıyor. Irak’ta anne karnındaki bebeklerin DNA yapılarının araştırılması için çok yüksek ücretler talep edilmekte. Bu parayı ödeyemeyen aileler de bir süre sonra kanser gerçeğiyle tanışmakta (Al-Ali, 2004). Basra Hastanesi’nin rakamlarına göre her gün 600’dan fazla çocuk radyasyonun neden olduğu hastalıkların belirtileriyle karşı karşıya kalıyor. Saddam Eğitim Merkezi’nin İngiltere’de eğitim görmüş onkoloji şefi Dr. Jawad Al-Ali’nin Japonya’da katıldığı bir konferansta dile getirdikleri uluslararası medyanın görmezden geldiği Irak gerçeğini gözler önüne serdi. Al-Ali, Basra’da daha önce hiç tanık olmadığı vakalarla karşılaştığını söyledi. Bir hastada aynı anda, biri midesinde, diğeri de böbreğinde olmak üzere iki farklı kanser türüne rastlanmıştı. Aylar sonra bir başka kanser türü hastanın diğer böbreğinde başlamıştı ve böylece bir hastada üç farklı kanser türü görülmüştü. Dr. Jawad Al-Ali bu korkunç durumu şu sözlerle açıklıyordu (Al-Ali, 2004): “Ailelerde küme küme kanser türleri görülüyor. Sadece kendi çevremizde 58 ailede birden fazla insan kanserle savaşıyor. Genel cerrah Dr. Yasin’in iki amcası, bir kız kardeşi ve kuzeni kanser. Bir başka uzman Dr. Mazen’in ailesinden altı kişi kanserle mücadele ediyor. Eşimin ailesinden dokuz kişi kanser hastası”. El Cezire televizyonundan Lawrence Smallman 16 Mart 2004 tarihinde Bağdat’tan geçtiği haberde, Irak’ta her yaş grubundan insanda görülen lösemi vakasında patlama yaşandığını bildirdi. Irak üzerine boşaltılan 1700 ton seyreltilmiş uranyumun 200 tonu sadece Bağdat’a düştü. Söz konusu durum karşısında, BM Dünya Sağlık Organizasyonu’ndan Dr. Ahmad Hardan, Irak Sağlık Bakanlığı’nı harekete geçirdi. Seyreltilmiş uranyumun Bağdat’ta gözlemlenebilen etkilerinin başında, kemik tümörü ve cilt kanseri hariç, tüm kanser vakalarında da %10’luk bir artışın yaşanmasıydı. Kemik tümöründeki artış %2.6, cilt kanserindeki artış ise %9.3’tü. Dr. Hardan ortaya çıkan manzara karşısında, Japonya’daki Hiroşima Hastanesi’nden bir ekibi ve dünyaca ünlü bir kanser uzmanını Irak halkının karşı karşıya olduğu hastalıklar konusunda çalışma yapmak üzere ikna etti. Ancak Amerikalılar ne Japon ekibin, ne de Alman uzmanın Irak’a giriş yapmasına izin verdi. Böylece Iraklı çocukların gelecekleri için atılmış çok önemli bir adım daGeri çevrilmiş oldu (Arnove, 2002, ss. 98-101). Seyreltilmiş uranyumun ömrü 4.7 milyar yılda yarılanıyor, bu da binlerce Iraklı çocuğun on binlerce yıl ıstırap çekeceği anlamına gelmektedir. Binlerce Amerikan askerinin Körfez Sendromu (Gulf Sendrom) olarak adlandırılan, seyreltilmiş uranyum kaynaklı rahatsızlıkların belirtilerini taşımasına rağmen, Amerikan medyası seyreltilmiş uranyum ve kanser arasındaki ilişkiye karşı esrarengiz suskunluğunu sürdürmektedir. Körfez Sendromu, Amerikan medyasının vebalı muamelesi yaptığı konulardan biri. USA TODAY’in kurucu editörlerinden biri ve aynı zamanda St. Bonaventure Universitesi’nin gazetecilik profesörlerinden olan John Hanchette, seyreltilmiş uranyum araştırmacısı Leuren Moret’ye seyreltilmiş uranyumun Körfez Savaşı’na katılan Amerikan askerleri ve Irak halkı üzerindeki etkisine dair özel haberi yayımlamak üzereyken, Pentagon’dan Dr. Keit Baverstock’un “kasıtlı bir şekilde seyreltilmiş uranyum ile kirletilmiş toz soluyan Iraklı sivillerin kanser riski” başlıklı raporu basmamaları yönünde telefon aldığını bildirdi (Paulinson, 2006). Douglas Westerman, American Chronicle’da 17 Nisan 2006’da yayımlanan makalesinde Uranyum Tıbbi Araştırma Merkezi’nin (The Uranium Medical Research Center) kurucusu ve eski ABD ordusu albayı Dr. Asaf Durakovic’ten ABD Gazileri Yönetimi’nin seyreltilmiş uranyumun insan vücudundaki etkileri konusunda yalan söylemesini istediğini yazdı. Durakovic ise tehlikenin boyutlarını şöyle açıkladı: “Evet, uranyum kansere yol açar, uranyum mutasyona yol açar ve uranyum öldürür. Dünyadaki tüm canlı organizmaları kuşatan biyosferi seyreltilmiş uranyum ile kirletmeye devam edersek, bu durum insan yaşamının öldürücü uranyum izotopuyla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu gerçeğinin reddidir; kendimize hizmet etmeyiz, gerçeğe hizmet etmeyiz, Tanrı’ya ve gelecek tüm kuşaklara kötü hizmet ederiz”. Bu açıklamalarından sonra, Dr. Durakovic önce çalışmalarını durdurması konusunda uyarıldı, ardından da görevine son verildi. Bununla da kalmadı evi arandı ve ölüm tehditleri aldı. 2003 İŞGALİ VE İŞGAL ALTINDAKİ ÇOCUKLAR Iraklı çocuklar, ülkelerinin işgal edilmesinin doğal sonuçları olan kötü beslenme, psikolojik rahatsızlıklar, okulu bırakma, emek sömürüsü ve cinsel istismar ile mücadelelerini sürdürmek zorunda kaldılar. Iraklı çocukların psikolojik engellenmişlikleri konusunda yaklaşık 300 çocuktan oluşan bir örneklem üzerinde sürdürülen bir araştırmanın sonuçlarına göre, çocuklar savaştan çok korkuyorlardı. Araştırma raporunu yazan iki psikolog çocukların savaşta kendilerinin idam edileceklerine inandıklarına işaret ederek, Iraklı çocukların ürkmüş, endişeli ve her an askeri çatışma çıkma ihtimaliyle bastırılmış olduklarını, üstelik çocukların çoğunun geceleri kabus gördüklerini, %40’ının da hayatın yaşanmaya değmez olduğunu düşündüklerini belirttiler (Clark, 2003). Irak Eğitim Bakanının, 27 Ocak 2006 tarihli Azzaman gazetesinde yer alan; “okul çağına gelmiş 4 milyon çocuğun 14 bin ilkokulda eğitim görmesi gerekirken, ancak 10 bin okulun eğitim verebilecek durumda olduğu” yönündeki açıklaması, Irak’taki okullar ve eğitim hizmetlerinin durumu hakkında fikir verici niteliktedir. Diğer yandan, bu okullara giden öğrencilerin 106 bini ise suyu ya da tuvaleti olmayan binalarda eğitim görmektedir (Steele, 2006, s.14) . New York Times’ta 19 Mayıs 2006’da yayımlanan bir habere göre, ülkede hüküm süren kanunsuzluk, Irak’ı terk eden orta sınıf ailelerin sayısının gün geçtikçe artmasına neden olmuştur. Haberde son on ayda devletin bir milyon 850 bin Iraklıya pasaport çıkarttığı, bu rakamın da ülkedeki nüfusun %7’sine ve orta sınıfın yaklaşık dörtte birine karşılık geldiği ifade edilmiştir. Kanunsuzluk ve eğitim sisteminin bozulması da öğrencileri ülke dışına gitmeye zorlamıştır (Tavernise, 2006). Eğitim Irak’ta 1958 yılında gerçekleşen devrimin ardından, Irak halkı eğitim ve sağlık hizmetlerinden özgürce faydalanabiliyordu. İran’la savaşa rağmen, 1989 yılında Irak hükümeti bütçesinin %5’ini eğitime ayırdı, bu rakam Irak’a komşu olan ülkelerde asla %3.8’i geçmiyordu. UNESCO’nun yayımladığı rapora göre, 1991’den önceki dönemde Irak’ta ilköğretim zorunluydu ve ülkedeki okul çağına gelmiş her çocuk eğitim hakkından faydalanmaktaydı. Bilimsel ve teknolojik alanlarda eğitim verenler başta olmak üzere yüksek eğitim uluslararası standarttaydı. Birleşmiş Milletler Üniversitesi yöneticisi (UN University) Jairam Reddy’nin bildirdiğine göre; 2003 yılındaki işgalin ardından manzara şöyleydi: Irak’taki yüksek öğrenim kurumlarının %83’ü yakıldı. Bu kurumlardaki laboratuvarların 2000’i yerle bir edildi, 30 bin bilgisayar kullanılamaz hale geldi. İngiliz-Amerikan işgali altında, her dört öğrenciden biri, üniversite öncesi eğitim imkanı bulamadı. Üstelik çocukların %50’si kaçırılma ya da rehin alınma korkusuyla aileleri tarafından okula gönderilmemekteydi. UNICEF’in 5 Nisan 2006’da yayımladığı rapora göre, pek çok farklı nedenle temel eğitimi kaçırmış 600 bin öğrencinin %74’ü kız çocuklarından oluşmaktaydı. Okul çağına gelmiş kız çocuklarının %21’i okullara kaydolamadı, bunun yanında ülkedeki çocukların %24’ü ilk öğrenimlerini tamamlayamadan okulu bırakmak zorunda kaldı. UNICEF’e göre işgal ve saldırı sırasında ülkedeki binlerce okul zarar gördü, kullanılamaz hale geldi. Bu yüzden günümüzde Irak’taki pek çok okul, nöbet sistemiyle çalışmakta, çalışır durumdaki okulların yarısı ise sudan ya da hijyenik koşullardan yoksundur (Ismael, 2007, s. 345). Çocuk İşçiler Süre gelen işgal ve saldırıların neden olduğu işsizlik, kanunsuzluk, güvenlikten yoksun bir yaşam, Iraklı çocukları, ailelerinin gün geçtikçe küçülen gelirine katkıda bulunmak veya ölen ya da işsiz ebeveynlerinin aile ekonomisindeki yerini alabilmek için çalışmaya, sokaklarda dilenmeye zorladı. Ailelerine destek olmak için sokaklarda dolaşan, genellikle sigara, gazete ve bunun gibi ufak tefek şeyler satan 18 yaş altındaki binlerce çocuk, şu günlerde Irak’ın başlıca sorunlarından biri; onlar için ekmek ve yağ, ulaşabilecekleri en değerli gıda maddeleri. Ancak Irak Kızıl Haç Örgütü’ne göre; bu çocuklardan pek çoğu ise uyuşturucu ve seks ticaretiyle istismar edilerek yaşamını sürdürmekte. 2004’ün sonunda yapılan araştırmaya göre; Irak’taki çalışan çocukların sayısı 1.300.000. Yaşları 8 ile 16 arasındaki bu çocukların %27’si günde sekiz saatten fazla çalışmakta, %9’u çalışırken iş kazası geçirmekte, %58’i ise çalıştığı sırada şiddete uğramaktalar (Reuters, 2005) . Çöl kasabalarından biri olan Al-Nahrwan’da yazın 50 dereceyi bulan sıcağın altında çalışmak zorunda kalan çocukların durumu adeta endüstri devriminin koşullarını anımsatması açısından oldukça trajik bir tablo sergilemekte; Al-Nahrwan’in yedi kilometre dışında bulunan 100 fabrikada 300 bin işçi çalışmakta, pek çoğu tuğla üreten bu fabrikaların bacalarından çıkan, karbondioksit ile karbon monoksit gazları içeren duman, çalışan kadınların ve çocukların nefes almasını güçleştirmekte. Diğer yandan, haftada 72 saat çalışmalarının karşılığında bir dolardan daha az kazanan çocuk işçileri koruyan işçi yasalarının bulunmaması da en önemli sorunlardan birini oluşturmakta(Williams, 2004). Kimsesiz Çocuklar ve Hortlayan Hastalıklar İşsizlik oranının %68’i bulduğu ülkede, Ağustos 2005’te 54 bini Bağdat’ta olmak üzere, Irak genelinde 450 bin evsiz aile bulunmaktaydı. Amerikan Uluslararası Gelişme Ajansı’nın 2005 yılında yayımladığı rapora göre, sadece Bağdat’ta 5000 kimsesiz çocuk bulunurken, Irak’taki yetimhanelerin sayısı 2006 yılının Nisan ayına gelindiğinde, 1600 kimsesiz çocuk kapasitesiyle 23’tü. Ancak bu da Irak’taki kimsesiz çocukların korunması için yeterli değildi. Irak genelindeki kimsesiz çocuk sayısının 1.5-5 milyon arasında olduğu tahmin edilirken, resmi olarak kayıtlı kimsesiz çocuk sayısı sadece 642’dir. Irak’taki Bağdat, El-Kaim ve Felluce’deki pek çok hastane işgal ve saldırı sürecinde yıkıldı, sağlık ekipleri ve ambulanslar zarar gördü. Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde kontrol altına alınmış kolera, hepatit, menenjit, çocuk felci gibi özellikle çocukları etkileyen pek çok hastalık yeniden hortladı. Kansere bağlı ölümler tedavi programının durması ve gerekli ilaçların bulunmaması nedeniyle arttı. Iraklı kadınlar hastanelerin durumu yüzünden hayatlarından endişe duydukları için, hala evde doğumu tercih etmekteler ve bu durum da çocuk ölümlerini arttırmakta. Yaptırımlar döneminde Irak, 5 yaş altındaki çocuk ölümü rakamlarıyla dünya ülkeleri arasında 80. sıradaydı, şimdi ise 36.sırada. UNICEF’in Mayıs 2006’da yayımladığı rapora göre ise Irak’taki 6 aylık ile 5 yaş arasındaki çocukların %25’i akut ya da kronik kötü beslenmeden muzdarip iken, her üç Iraklı çocuktan biri yeterli beslenemediği için olması gereken kilonun altındadır (Ismael, 2007, s. 349). Irak Kızıl Haç’ının bildirdiğine göre, ekonomik yetersizlikler ve güvenlikten yoksun yaşam koşullarının devamı pek çok organizasyonun kimsesiz ve sokaklarda başıboş gezen çocukları koruma altına almalarını engelliyor. Barış İçin Kadınlar adlı sivil toplum örgütünün yaptığı araştırmaya göre, 2005 yılından bu yana cinsel istismara uğrayan çocukların sayısında hızlı bir artış var. Öyle ki, her hafta bir kız, her iki haftada bir de bir erkek çocuğu Irak’ta tecavüze uğruyor. Bununla beraber 16 yaşın altındaki kızların %70’i, erkeklerin ise %30’u cinsel istismar mağduru. Irak’ta 2004’te uyuşturucu kullanan 3000 çocuk varken, bu rakam 2005’te 7000’e çıktı. Irak’ın İnsan Hakları Bakanı’nın açıklamasına göre 2006 yılının Şubat ayı itibarıyla hapishanede 1.070 çocuk bulunmaktaydı (IRIN, 2005). Irak’taki çocuk ölümlerinin kesin rakamlarına ulaşmak bir hayli zor olsa da konuyla ilgili araştırma yapan sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla genel bir fikir edinmek mümkün. Bu örgütlerden biri de Save the Children (Çocukları Koru). “State of the World`s Mothers-Dünya Annelerinin Beyanatı” adı altında yapılan basın açıklamasına göre, 1990 yılında Irak’ta her 1000 canlı doğumun ardından 50 bebek yaşamını kaybetmekteydi. Ancak bugün söz konusu rakam her 1000 canlı doğumun ardından 125’e yükselmiş durumda. Save the Children’ın bölgede sürdürdüğü araştırmaya göre, Irak’ta 2005 yılında 122 bin çocuk 5. yaş gününü göremeden yaşamını kaybetti. Söz konusu ölümlerin yarısından fazlası ise yeni doğan bebekler arasında, yaşamlarının ilk ayında görüldü. Seyreltilmiş uranyumun sebep olduğu kanser türlerinin yanı sıra, Iraklı çocukların yaşamını tehdit eden başlıca iki hastalık; akciğer iltihabı, bir başka deyişle zatürree ve ishal. Tabii günlük şiddetten payını alarak yaşamını yitiren çocuklar da bu arada göz ardı edilmemesi gereken bir konudur(IRIN, 2007). KAYIPLARIN BEDELİ: BATI IRAK’TAKİ SİVİLLERİN YAŞAMINA NASIL DEĞER BİÇİYOR? Kasım 2006, 3000 Amerikan askerinin ölümü ve Saddam Hüseyin’in idamı da dikkate alındığında, Irak’ın işgali döneminin en kanlı aylarından biriydi. Amerikan ordusu 11 Ekim 2007’de Thar Thar gölünün yakınlarına düzenlenen hava akını sonucunda biri hamile 15 kadın ve çocuğun ölümüne neden oldu. Amerikan birliklerinin açtığı ateş sonucu, Ekim 2007’de, 23’ü çocuk 96 sivil yaşamını yitirdi. Eylül 2007’de bu rakam 7’si çocuk 108 sivildi. Amerikan birlikleri Ağustos 2007’de 16’sı çocuk 103 sivili, Temmuz’da da 196 sivili öldürdü. Amerikan ordusu kontrol noktasından kaçan bir taksiye açılan ateş sonucu, aracın içinde bulunan ve yaralanarak yaşamını kaybeden iki çocuğun annesine 7500 dolar; caddenin karşısındaki bir eve baskın yapılırken bunu pencereden izleyen çocuğu öldürdükleri için de çocuğun ailesine 6000 dolar ödedi. Evine ulaşmaya çalışırken otomobilinin içinde vurularak yaşamını kaybeden babaları için Iraklı çocuklara 1500’er dolar; Abu Lukah yakınlarındaki köylerini korumaya çalışırken öldürülen üç adamın ailelerine de 2500’er dolar ödendi (Kratovac, 2007). SONUÇ Dünya coğrafyasının neresine düşerse düşsün, insan yapımı felaketlerin, bir başka deyişle, savaşların masum kurbanları çocuklardır. Iraklı çocuklar da kendi ülkelerinde yaşanan şiddetin ardından kanser türleri başta olmak üzere, pek çok hastalığın pençesine düştü. Kimileri birinci yaş gününü göremeden hastalık nedeniyle kimileri de her gün meydana gelen şiddet olaylarının sonucunda yaşamını yitirdi. İşgal süreçlerinin ardından, Saddam Hüseyin’in iktidarı döneminde kontrol altına alınmış kolera, hepatit, menenjit, çocuk felci gibi özellikle çocukları etkileyen pek çok hastalık yeniden hortladı. Kansere bağlı ölümler tedavi programının durması ve gerekli ilaçların bulunmaması nedeniyle arttı. Ekonomik yetersizlikler ve güvenlikten yoksun yaşam koşullarının devamı, kimsesiz ve sokaklarda başıboş gezen çocukların sayısının her geçen gün artmasına neden oldu. Her hafta bir kız, her iki haftada bir de bir erkek çocuğu Irak’ta tecavüze uğruyor. Cinsel istismar ve uyuşturucu mağduru çocuklar da cabası. Ancak tüm bu gerçekliklere rağmen, Irak’ın işgaline dair haberlerinde Amerikan ana akım haber medyası, Amerikan vatandaşlarının savaş ve barışa dair görüşlerine temel oluşturacak şekilde yeteri kadar yorum ve farklı seslere yer vermediğinden, başlıca sorumluluğunu yerine getiremedi. Irak’ın işgalinde gazetecilik başarısızlığa uğradı çünkü yazarlar ve editörler ülkedeki hakim siyasal otoriteden ve onu temsil eden kurumlardan kuşku duymadılar (en azından bunu yazılarına bile yansıtmadılar). Siyasal otoritenin kendilerine sundukları yorumları zaman zaman sorgulamaktan çekindiler, yeni kanıtlar ve alternatif yorumlar hakkında düşünmediler, dar görüşlü dini ve politik gündeme hizmet ettiler, marjinal görüşlere yer vermediler. Amerikan ana akım haber medyasının Irak’ın işgaline yaklaşımında objektif olamayışının nedenleri şöyle sıralanabilir (Ryan, 2006, ss. 18-21). Bazı gazeteciler Saddam Hüseyin’in devrilmesine inanmış göründü, Başkan Bush ile aynı görüşü paylaşıyormuş gibi yaptı. Ancak daha sonra bunlardan bazıları, objektif gazetecilik adına yaptıklarının doğru olmadığına inanıp, görüşlerini haber ve yorumlarına yansıtmamak için büyük çaba sarf etti. Bazı gazeteciler işlerinden olmamak için Irak’ın işgaline dair haberleri bilinçli olarak çarpıttı. Bazı gazeteciler, işgale dair eleştirel yaklaşımlarından dolayı dışlandı veya işten atıldı. Bazı gazeteciler ise gazetelerinin tirajını yükseltmek veya televizyonlarının izlenme oranını artırmak için savaş çığırtkanlığı yaptı. News Corporation’ın sahibi olduğu Fox News apaçık bir şekilde izleyici payını yükseltmek için önyargılı haberler yaptı. Hatta haber metinlerinde “bizim ordularımız”, “bizim teröre karşı savaşımız” gibi ifadelerden kaçınmadı. Pek çok gazeteci de var olan izleyici-dinleyici kitlesini kaybetmemek için objektiflikten ödün verdi. Oysa objektif yaklaşımdan ödün vermeyen bir gazetecinin, Irak’ın işgalinin saçma olduğunu daha ilk başında kavrayabilmesi gerekirdi (Bamford, 2004, ss. 298-307). Kaldı ki, Başkan Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, halklarına Saddam Hüseyin’in nükleer silahları olduğu yalanını söylediklerinde, bu yalanı ilk altı ay içinde ortaya çıkarabilen bir gazetecinin objektifliğinden bahsetmek mümkündür (Windrem &O’Donnell, 2002). Irak yönetimi, Birleşmiş Milletlere 2002 yılının Ocak ayında aralarında 667.773 çocuğun da bulunduğu 1.614.303 Iraklının yaptırımlar nedeniyle tedavi edilemeyen hastalıklar nedeniyle yaşamlarını kaybettiğini bildirmişti. Irak yönetiminin rakamları abartması ihtimalini de hesaba katmamıza rağmen, bu rapordan yaklaşık üç yıl önce, ABD’nin iki önemli strateji uzmanı “Irak’ta sözde kitle imha silahlarının tarih boyunca katlettiği insan sayısından daha fazlasının, ekonomik yaptırımlar nedeniyle yaşamını kaybedeceğini” işaret etmişti. Bu insan yapımı felaket, binlerce masum Iraklı çocuğun yaşamını yitirmesine neden oldu (Mueller ve Mueller, 1999, ss. 50-51). KAYNAKÇA Al-Ali, J. (2004). Effects of Wars and the Use of Depleted Uranium on Iraq, Japan Peace Conference, Naha, Okinawa, 29 Ocak- 01 Şubat 2004. Arnove, A. (2002). Iraq Under Siege: The Deadly Impact of Sanctions and War. Massachusetts: South End Press. Bamford, J.(2004). A pretext for war: 9/11, Iraq, and the abuse of America’s intelligence agencies. New York: Doubleday. Burnham, G., Lafta,R., Doocy, S., ve Les Roberts (2006) Mortality After the 2003 Invasion of Iraq: A Cross-Sectional Cluster Sample Survey. Lancet, cilt 368, 1421-28. Burns, J. F.(2003, Mayıs 6). Soccer Players Describe Torture by Hussein`s Son. The New York Times, http://www.nytimes.com/2003/05/06/international/worldspecial/06TORT.html. Chomsky, N. (1996). Take the Rich Off Welfare. Berkeley: Odonian Press. Clark J. (2003, Şubat 15). Treath of war is affecting mental health of Iraqi children, http://bmj.bmjjournals.com/cgi/content/full/326/7385/356/b. Dictionary of the Middle East (1996). New York: St. Martin’s Pres. Doğan, Ş.(2003) Ortadoğu’da Arap Birliği Rüyası: Saddam’ın Baas’ı. İstanbul: Alfa Yayınları. Dobson, R. (2000, Ekim 16). Sanctions against Iraq “double” child mortality. British Medical Journal, 321, 7275, Health Module s.1490. Halliday, D. J. (Şubat 1999). Iraq and the UN’s weapon of mass destruction. Current History (New York), cilt 98, sayı 625, s. 65. Hijab, N. (2000, Nisan 04). Sanctions teach nothing to Iraqi children, http://www.newsunlimited.co.uk/international/story/0,3604,155448,00.html. Iraq: Systematic Torture of Political Prisoners, http://www.amnesty.org/en/alfresco_asset/b17737b9-a4dd-11dc-a92d 271514ed133d/mde140082001en.html. Iraq: Focus on Child Labour (2005, Mayıs 10). Reuters, http://www.truthout.org/cgi-bin/artman/exec/view.cgi/37/11114. Iraq: Focus on boys trapped in commercial sex trade (2005, Ağustos 08). IRIN, www.irinnews.org/print.asp?ReportID=48485. Iraq: Child mortality soars because of violence, poor health care (2007, Mayıs 15). IRIN, http://www.irinnews.org/Report.aspx?ReportId=72150. Ismael, S. T. (Bahar 2007). The Cost of War: The Children of Iraq. Journal of Comparative Family Studies, cilt 38, sayı 2, ss. 337-357. Kratovac, K. (2007, Ekim 07). Knowing the enemy difficult in Iraq. The USA Today, http://www.usatoday.com/news/topstories/2007-10-07-1595865157_x.htm. Lasky, M. P. (Nisan 2006). Iraqi Women Under Siege. Code Pink/Global Exchange, ss. 1-20. Michael, R. (2006). Mainstream News Media, an Objective Approach, and the March to War in Iraq. Journal of Mass Media Ethics, 21(1), ss. 4-29. Mueller, J. ve Mueller, K. (1999, Mayıs/Haziran). Sanctions of mass destruction. Foreign Affairs, cilt 78, sayı 3, ss. 50-51. Nagy, T.J. ( Eylül 2001). The secret behind the sanctions: How the US intentionally destroyed Iraq’s water supply. Progressive (Madison), cilt 65, sayı 9, ss. 22-25. Pachachi, M. (2002, Haziran 10). Hurt by the West, Women in Iraq. New Statesman, cilt 131. Paulinson, P. (2006, Kasım 16). Depleted Uranium, another Gift from the Imperialists, http://www.countercurrents.org/us-paulinson161106.htm. Pilger, J. (2003). Dünyanın Yeni Efendileri-Küresel Yağmacılığın Gerçek Yüzü. Ali Çimen (Çeviren). İstanbul: Timaş Yayınları. Roy, D. (2003, Mayıs-Haziran). The Media in a Time of War. International Socialist Review, http://www.thirdworldtraveler.com/Corporate_Media/Media_Time_War.html Steele, J. (2006, Mart 24). The Iraqi brain drain. Guardian, s.14. Street children face hunger and abuse (2005, Aralık 26). IRIN, www.irinnews.org/report.asp?ReportID=50850&SelectRegion=Middle_East. Tavernise, S. (2006, Mayıs 19). As Death Stalks Iraq, Middle-Class Exodus Begins. The New York Times, http://www.nytimes.com/2006/05/19/world/middleeast/19migration.html. The International Study Team (Ekim 1991). Health and Welfare in Iraq after the Gulf Crisis: An In-Dept Assessment, http://cesr.org/filestore2/download/517. The White House Report, Apparatus of Lies-Saddam’s Disinformation and Propaganda (2003, Ocak 21). Washington DC: White House Publication. U.N. Security Council lifts Iraq sanctions (2003, Mayıs 22). CNN, http://www.cnn.com/2003/WORLD/meast/05/22/sprj.irq.main/index.html. Westerman, D. (2006, Nisan 17). The Real Wmd`s In Iraq – Ours, http://www.americanchronicle.com/articles/8218. Von Sponeck, H. (2005). Iraq and the United Nations. Spokesman (Nottingham), sayı 86, s.42. Williams H. (2004, Mayıs 06). The brick factories of Al Nahrwan, http://www.health-now.org/site/article.php?articleId=325&menuId=1. Windrem, R., ve O’Donnell, N. (2002, Eylül 9). Study: Iraq could arm nukes quickly. MSNBC, www.msnbc.com/news/802167.asp. EK I OCAK 2007’DEN BU YANA IRAK’TAKİ SİVİL ÖLÜMLERİ Söz konusu rakamların içinde Irak’taki şiddet eylemleri sonucu yaşamını kaybeden çocuklar da bulunmaktadır. Grafiklerdeki turuncu renkli sütunlar, Amerikan ordusu tarafından sivil nüfusun güvenliğini sağlamak amacıyla özellikle Bağdat’taki mezhep çatışmalarına bağlı şiddete yönelik olarak 14 Şubat 2007’de (Fard al Qanoon Operasyonu) başlatılan geniş çaplı operasyondan sonraki döneme işaret etmektedir (http://www.iraqbodycount.org/analysis/numbers/baghdad-surge/). * Prof. Dr., Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi. ** Yrd. Doç. Dr., Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi. 06.09.2008